Die Gaste
İKİ AYLIK TÜRKÇE GAZETE
ISSN 2194-2668
DİL VE EĞİTİMİ DESTEKLEMEK İÇİN İNİSİYATİF
(Initiative zur Förderung von Sprache und Bildung e.V.)


  • SONRAKİ YAZI
  • ÖNCEKİ YAZI
    24. Sayı / Kasım-Aralık 2012



    Die Gaste 24. Sayı / Kasım-Aralık 2012

     
     

    Die Gaste

    İKİ AYLIK TÜRKÇE GAZETE

    ISSN 2194-2668

    DİL VE EĞİTİMİ DESTEKLEMEK İÇİN
    İNİSİYATİF

    Yayın Sorumlusu (ViSdP):
    Engin Kunter


    diegaste@yahoo.com

    Tarih ve Demokrasi
    Notları
    II


    Koral OKAN

    Bu makalenin öncülleri, Die Gaste’nin daha önceki sayılarında yayınlanan “Söyleşiler” dizisidir. Ve orada, tarih anlatılıyordu.
    Söyleşiler I
    Söyleşiler II
    Söyleşiler III
    Söyleşiler IV
    Söyleşiler V
    Söyleşiler VI
    Söyleşiler VII
    Söyleşiler VIII
    Söyleşiler IX
    Tarih ve Demokrasi Notları I

        Çağdaş Batı toplumunun siyasal kurumlarının, demokrasi açısından, Antik Ege siyasal düşünüşü ile genel olarak benzerlik ve paralellik gösterdiğini biliyoruz.
        M.Ö. 500‘lü yıllarda Atina ve giderek Ege’nin diğer bölgelerinde kurulan kent devletlerinde “demokratik yönetimler” örgütlenmişti. Hem de, bu “demokratik yönetimler”, çağımız Batı toplumlarının temsili demokrasilerinin ötesinde, “doğrudan demokratik yönetimlerdi”. Batı Toplumları, Antik Ege demokrasisini, “Yunan Aydınlanması” olarak, filozofları, yasa koyucuları vb. üst yapı kurumlarıyla birlikte örnek almakta idi.
        Ancak, gözden kaçırılan husus şuydu ki, Batı Toplumu’nun ilkel komünel düzenden emperyalizme kadar geçirdiği süreç, Antik Toplumun M.Ö. 500’lü yıllara kadar geçirdiği tarihi süreç ile aynı değildi; içinde feodalizmi, ka- pitalizmi ve proletaryayı, bunların üst ve alt yapı unsurlarını içeriyordu. Batı Toplumu içindeki bugünkü Yunanistan ve Türkiye’nin durumlarını, Antik Toplum düşünüşüyle değil, emperyalizmin varlığıyla açıklayabiliriz. Demokrasi ve onun kurumlarından bahsederken, bu farklılığa dikkat çekmek gereklidir. Fakat, Ege ve özellikle Atina “demokrasisi”nin bir takım ilkler içerdiğini, demokrasiyi incelerken öğrenmemiz gereken unsurların orada ilk olarak belirmiş olduğunu da gözardı etmemiz doğru olmaz.
        Atina “demokrasisi”nin en olgun zamanına, en geniş kapsamına ulaştığı Perikles devrinde, 400 bin nüfusun ergin yaşlarda olan yarısına yakın bir kısmı, 50 bin kadar vatandaş karısı, 15 bin kadar metoikos1 karısı, 10 bin kadar köle kadın olmak üzere, yani 75 bin kadar ergin yaşta kadın siyasal haklara sahip değillerdi. Ergin erkek nüfusun da (ki 130 bin kadar) 2/3’ü yakın bir kısmı, 65 bin erkek köle, 15 bin erkek metoikos olarak 80 bini siyasal haklardan yoksundular. Tam vatandaşlık haklarına sahip olan Atina’lı erkeklerin sayısı 40-60 bin arasında tahmin edilir. Siyasal haklarda “eşitlik ve demokrasi” yalnız bu sınıf için sözkonusu idi.
        Soylular sınıfına karşı mücadele eden Atina burjuvazisi vatandaşları arasında artık soylu olup olmamalarına göre siyasi eşitsizlik yoktu. Reform şöyleydi: Vatandaşlar, yani kent devleti halkı, Halk Meclislerine katılıp kendini yönetiyordu. Reformlarının başlangıcını yapan Solon döneminde, topraklarına ve topraklarının gelirine göre, dört sınıf biçiminde bölündü. 500, 300 ve 150 medimn tahıl (1 medimn=41 litre dolaylarında), ilk üç sınıf için en az verimdi; daha az toprağı olan, ya da hiç olmayan herhangi bir kimse, dördüncü sınıfa düşüyordu. Bütün resmi görevler ancak üç yukarı sınıfın üyeleri tarafından tutulabiliyordu ve en yüksek görevler yalnızca birinci sınıfın üyeleri tarafından doldurulmuştu; dördüncü sınıfın, yalnızca Halk Meclisi’nde söz alma ve oy verme hakkı vardı; ama bütün görevlilerin seçilmiş oldukları ve hesap vermek zorunda oldukları yer burasıydı, bütün yasalar burada yapılıyordu ve dördüncü sınıf da burada çoğunluğu oluşturuyordu. Aristokratik ayrıcalıklar, servet ayrıcalıkları biçimi altında kısmen yeniden tanınmış oldular, ama asıl güç halkta kaldı.
        Atina “demokrasisi”nde, teoride Halk Meclisi toplantılarına bütün vatandaşlar katılıp oy kullanabilir, kararların alınmasında, yasaların çıkarılmasında etkili olabilirdi. Temsil sistemi yalnızca Halk Meclisi’nin gündemini hazırlayan Beşyüzler Meclisi için söz konusu idi. Beşyüzler Meclisi de bir yasama organı değil, yürütme organı durumundaydı. Atina demokrasisinin belki de Halk Meclisi’nden de önemli diğer iki organı, Halk Mahkemesi ile memurluklardı. Yargıçlık ve memurluk, ilke olarak, vatandaşın yönetime doğrudan katıldığı amatör işlerdi.
        Tarihin hiçbir çağında, hiçbir yerde görülmemiş ölçüde “vatandaşlararası siyasal eşitlik”, yönetime eşit katılma, yalnız teoride değil, henüz uygulamada da gerçekleştirilmiş, siyasal eşitlik ilkesi sınırlarına ulaştırılmış oluyordu.
        Solon ve daha sonra Kleisthenes’in, Perikles’in reformlarının, Antik Ege’nin doğa felsefesi ile olan ilişkileri arasında kuşkusuz ilginç ve duruma uygun olanı, dünyanın, Anaximandros’a2 göre “evrenin tam merkezinde ve boşlukta, dayanaksız olarak durduğu” şeklindeki açıklamasıdır. Evren küresinin her yerine eşit uzaklıkta bulunan dünyanın, şu ya da bu yöne gitmesi için hiçbir neden yoktur. Anaximandros için eğer yeryüzü hareketsiz duruyorsa bu onun kozmosun içinde işgal etmekte olduğu yere bağlıdır. O kozmosun merkezindedir ve kozmosun uçlarını oluşturan her şeyden eşit uzaklıktadır: Bu yüzden şu ya da bu yöne kımıldaması için hiçbir neden bulunmamaktadır. Böylece dünyanın olduğu yerde durması “eş uzaklığın”, yani isonomianın eseridir. Duran her şey, uzamın geometrik özellikleri sayesinde, daha doğrusu “eş uzaklık” sayesinde dengesini korumaktadır. Böylece Anaximandros’un “ilkesi” olan “to apeiron” en belirgin ve önemli yüklemini “meson”da, yani orta noktada bulmaktadır.
        Solon da, “herkese eşit uzaklıkta duruyorum” derken, “meson”da olduğunu, herkesten eşit mesafede durduğunu ve eşit davrandığını ifade etmek istiyordu.
        Ancak, Doğa Felsefesi’nin ve Solon’un henüz bilemeyeceği bir fizik yasası vardı: Gravitasyon. Newton’dan3 beri biliyoruz ki, iki cisim arasındaki çekim kuvveti, bunların kütleleri çarpımıyla doğru ve aralarındaki uzaklığın karesiyle ters orantılıdır. Yani uzayda her kütlesi olan cisim, başka her cismi kendisine doğru çekmeye çalışır. Başka sözlerle, evrende her cisim çifti arasında, bildiğimiz yerçekimi kuvveti vardır. Cisimler ister gözle görülmez madde zerreler, ister dev yıldızlar olsunlar, aralarındaki çekim kuvveti aynı kanuna itaat eder. Basit bir ifade ile, boşluktaki özgül ağırlığı yüksek olan kütlelerin kendisinden daha hafif olan kütleleri çekme gücü vardır.
        “Solon’un herkese eşit uzaklıkta” olması, örneğin zenginlik açısından ağır kişilerin etkisinden kurtulduğu anlamına gelmez. Ekonomik eşitlik, ne Solon ve Antik demokrasinin ardından gelen reformcu yasa koyucuların yasa- larında vardı, ne de düşünürlerin felsefelerinde... Bu eşitlik türü, Ege ve Atina toplumunda yoktu. Ekonomik eşitliğin olmadığı bir yerde siyasi eşitliğin ne derece olabileceği, demokrasinin ne derece işleyebileceği, üzerinde düşünülmesi gereken bir sorun olarak çağımıza kadar gelmiştir. Bu soruna ilerde çokça değineceğiz.
        Sadece, Atina toplumu için şunu söylemek dahi yeterlidir: Üretim teknolojisinin her maldan bütün nüfusa yetecek kadar kitlesel üretimi yapabilecek gelişme düzeyine ulaşmadığı bir toplumdan ekonomik ve siyasal eşitlik beklenemez. Ekonomik eşitlik, bir toplumda, diğer eşitlik türlerinin de ne ölçüde bulunacağını belirten ve gösteren temel eşitlik türüdür. Diğer eşitlikler de ekonomik eşitlik olduğu ölçüde vardırlar ya da olmadığı ölçüde yokturlar.
        Bu ölçüye bakarsak, Atina ve müttefikleri olan Ege kentleri, tam bir eşitlik karşıtı toplumdur.
        Geçen kez de söylemiştik: “Ege toplumu yeni topraklar, maden kaynakları, yiyecek ve köle bulmak amacıyla Akdeniz’de yayılmaya başlar. Bunun sonucu olarak ticaret yaygınlaşır. VII. yüzyılın sonunda dolaşıma giren madeni para, yeni bir sorun olarak ortaya çıkar (...) Yoksul halk ve köylülerin soylulara bakışı, onların saygısız (hybris) davranışlar içinde bulunduğu yönündedir. Ancak bununla da sınırlı değil; soylular her geçen gün yoksul halkın sırtında bir yük olmaya devam ederler.” 4

          “Para ekonomisi, gelişerek, doğal ekonomi üzerine dayalı tarımsal toplulukların geleneksel varlık biçimi içine, eritici bir asit gibi, işte buradan girdi. Gentilice soya dayalı örgütlenme, para ekonomisiyle bağdaşamaz; Attika’daki küçük köylülerin yıkımı, onları çevreleyen ve koruyan eski gentilice bağların çözülmesiyle aynı zamana düştü. Alacak ve ipotek (çünkü Atinalılar artık ipoteği bile üretmişlerdi) ne gens dinliyordu, ne de kabile. Ve eski gentilice örgütlenme, ne para biliyordu, ne avans, ne de borç.” 5
        İşte, Solon’un “Antik Demokrasisinin ilk adımları”, daha baştan itibaren, “para ve ticaret burjuvazisinin” egemenliği altında gelişiyordu. Gerçi Solon, soyluların egemenliğine balta vurmaya başlamıştı, fakat siyaseti soyluların elinden kısmen alacak olan burjuvazi ve onun siyasi gücü, mülkiyet, yani para gücüne göre şekillendirilmekte, zenginlerin siyasi gücü fakirlerinkinden daha etkin kılınıyordu. Paranın siyasete girmesinin başlangıcı da işte böyleydi.
        Ege siyasi gelişmeleri içinde az sayıda düşünür, çağlarının toplumsal eleştirmeni olmayı başarmışlardır. Bunlardan Demokritos6, insan üstüne ve sosyal konularda en fazla fikirler öne sürendir. Olayları ve bazı sosyal kurumları “tanrısal” gören soylu idealist düşünüşe kapılarını kapatmıştır. Demokritos, mitolojik idealist tarih görüşü yerine materyalist bir tarih yorumu yapmıştır. Buna göre, başlangıçta hayvanlar gibi çıplak ve ilkel olan insanlar, zamanla, zanaatlarda ilerleyerek bugünkü durumlarına ulaşmışlardır. Demokritos, asalete, servete önem vermemekle beraber, asalete, servete önem vermeyen bir yaşayışı, aklın, bilgeliğin sağlayabileceği düşüncesiyle, bilgeliği yüceltmekte, toplumun asil ve zenginlerce değilse de, gene azlık olan bilgelerce yönetilmesinden yana olduğu için, tam demokratik olamayıp, yönetimin en iyi vatandaşların elinde olduğu ılımlı bir demokrasiden yanadır.
        Sofistlerin en ünlüsü Protagoras’ın7 Demokritos’un öğ- rencisi olduğu söylenmektedir. Protagoras, “Tanrıların var mı, yok mu olduğunu bilmem!” demekte, devletin, aris- tokratik kültürün öne sürdüğü gibi “tanrısal” olmayıp, insan yapısı ve evrim eseri olduğunu, devlet sanatına bir asil azlığın değil, herkesin sahip olduğunu savunmaktadır. “Devlet sanatının” bir başka deyişle “erdemin”, yalnızca soyluların kalıtımsal bir yeteneği olduğu inkar edilince, erdemin kalıtımsal olup olmadığı, öğretilebilir olup olmadığı sorunlarının çözülmesine sıra gelir. Protagoras burada da aristokratik düşünüşten ayrılıp, demokratik eşitlikçi düşünüşe yanaşarak “İyi flavtacının (flütçünün) oğlunun kötü, kötü flavtacının oğlunun iyi flavtacı olması pek olasıdır” 8 diyerek, erdemin kalıtımsal olmadığını söyler. Ona göre, erdem, soyluların tekelinde değildir bir; sonra soyluların öne sürdüğü gibi, erdem yalnızca doğuştan kazanılmaz, fakat eğitimle geliştirilir, iki. Böylece Protagoras, soylu-avam eşitsizliğini reddetmiş olur. Sonra da doğuştan içlerinde soylular kadar erdeme eğilim bulunabilecek olan halkın erdemini, dersleri ile geliştirmeye kalkar. Ama burada kar- şısına aşılması güç bir engel çıkar. Ücretini ödeyebilip, derslerini dinleyebilenler ancak zengin ve asil çocuklarıdır. O zaman Protagoras, bütün ömür boyunca sürmesi gereken erdem eğitiminin zenginliğe bağlı olduğunu, çünkü uzun süre ders alabilme olanağına ancak zengin çocuklarının sahip olduklarını9 itiraf etmek zorunda kalır. Çağımızda, okul ve üniversite olanaklarının kıtsallaşma ve eğitimin pahalılaşması durumunda, toplumun ekonomik olarak en alt sınıf ve tabakalarında yaşayan çocukların ve gençlerin durumuna bakarsak, aradan geçen 2500 yılda pek fazla şeyin değişmemiş olduğunu görüyoruz...




        Dipnotlar:
        1 Metoikoi: Kente dışarıdan gelip yerleşmiş, genellikle zanaat, ticaret ve keyif işleriyle uğraşan ve varlıklı bir kesim olan yabancılar. Bunlar, metoikoi olarak belli bir sınıf oluşturmayıp çeşitli özgür sınıflar içinde yer alırlar. Toplam nüfusun onda birini oluşturan bir kesim olan yabancılar, özgür olmalarına karşın, hiçbir yurttaşlık hakkına sahip olmamışlardır. Özgürlükleri bağışlanan köleler de bu kesimin içinde yer almıştır.
        2 Doğa filozoflarından Anaximandros’un (M.Ö. 620-547), tasarlamış olduğu evren tablosu, yer-merkezcil bir evrendir. Dünya, uzayın merkezi konumundadır. Thales’in talebesidir. Doğanın arkhesi (temel ilk şey) olarak “apeiron”u alır. Bu kelime, “belirsiz, sınırsız” anlamında olup, ne olduğu tarif edilmemiştir: Hava mı, su mu veya başka bir şey mi olduğu belirsizdir. Apeiron, ne ise öyle, olduğu gibi olan, herşeyin aslı ve ilk kaynağı olan bir madde olup hudutsuz bir “temel ilk”tir. Kozmolojisinin önemli unsurları şöyledir: Anaximandros, ‘yokluk’ anlamına gelebilecek bir ‘boşluk’ fikrini anlaşılamaz bulmaktadır, o sebeple, filozof, doğayı tamamiyle dolduran sonsuz bir “temel ilk” farzetmiştir. Ona göre, bütün gök cisimleri hiç bir yere dayanmaksızın bu “temel ilk” içinde yüzerler. Yalnız, dünya silindiriktir. Yüksekliği genişliğinin 1/3’ü kadardır. Üst yüzünde insanlar yaşarlar. Thales ve Anaximandros’un düşünüş şekli, kurulu bir düzen içindeki dünyanın dinsel imajını silmektedir, çünkü kendi salt karşıtlığı içinde bulunan yukarı ve aşağı tasarımı, tanrısal güçlerin birbirinden ayrı kosmik düzeylerini gösteriyor ve uzaydaki yönlere, birbirine karşıt dinsel anlamlar veriyordu.
        3 Isaac Newton, İngiliz fizikçi, matematikçi, astronom, mucit, filozof. 1687’de yayınlanan kitabı Philosophiæ Naturalis Principia Mathematica, klasik mekaniğin temelini yaratmıştır ve tarihte en önemli bilimsel kitaplardan biridir. Bu çalışmasında Newton evrensel kütle çekimini ve hareketin üç kanununu ortaya koymuş ve sonraki üç yüzyıl boyunca bu bakış açısı bilim dünyasına egemen olmuştur.
        4 Tarih ve Demokrasi Notları I. Die Gaste, Sayı: 21.
        5 Friedrich Engels: Ailenin, Özel Mülkiyetin ve Devletin Kökeni, Seçme Yapıtlar, Cilt III, Sol Yayınları, 1979, Birinci Baskı, s. 338-39.,
        6 Demokritos, (yaklaşık 460-371), Demokritos’un doğduğu yer Anadolu’da İonia’da Teos ( Urla’nın güneyinde) olmalı. Kendisine “Abderalı filozof” deniyorsa da, belki de sonradan buraya gelip yerleşmiştir. Anaxogaras’tan 40 yaş küçüktü, Sokrates’ten 20 yıl kadar sonra öldü. Sokrates öncesi filozoflar arasında en etkili olanlardan biriydi. Platon tarafından adından söz edilmese de, Aristoteles’ten büyük saygı gördü. Yaşamı konusunda çok az şey bilinmektedir. Uzun yolculuklara çıkmış, bütün Yunanistan’dan başka, Mısır’ı, Anadolu’yu, İran’ı dolaşmıştır. “Bir tanıtı bulmayı, Pers kralı olmaktan üstün tutarım” dermiş. İlkçağın en büyük doğa araştırıcısı sayılır. “Varolan” ona göre, meydana gelmemiştir, yok olmayacaktır, değişmezdir, hep kendi kendisiyle aynı kalır. Ama “varolan”ın dışında bir de “varolmayan”, yani “boşluk” da, uzay da vardır. Uzay yüzünden “varolan”, kendileri artık bölünmeyen, görülemeyen kılıklara (ideai) ayrılır.Bunlara da Demokritos atom (bölünemeyen) adını verir. Atomlarda olabilen biricik değişiklik harekettir, yani yer değiştirmedir.
        7 Protagoras, (yaklaşık 485-410) Yunanlı filozof ve sofist. Abdera’da doğan Protagoras yaşamının büyük bir bölümünü Atina’da geçirdi. Düşünceleriyle döneminin ahlak ve siyaset anlayışını önemli ölçüde etkiledi. Sofizmin sözcülüğünü yaptığı 40 yılı aşkın süre boyunca insanlara günlük yaşamlarında “erdem”li olmayı öğrettiğini söyledi. Ünlü, “insan her... şeyin ölçüsüdür” (anthropos metron panton) önermesiyle algıların (hatta bazılarına göre yargıların da) göreliliğini dile getirdi. Protogoras bu yargı ile, herkes için geçerli bir bilginin olamayacağını belirtmek ister. Hakikatin ve değer yargılarının toplumlara, hatta tek tek insanlara göre değiştiğini dile getirir. Herkes için geçerli bir bilgi olmadığına göre hakikati değil, “kişiye yararlı olanı” aramalıdır der. Protagoras’a göre tüm bilgilerimiz duyumdan gelir ve duyum insandan insana değişir. “Her bir şey bana nasıl görünürse benim için böyledir, sana nasıl görünürse yine senin için de öyle..
        8 Platon, Protagoras, 327b-c.
        9 Platon, Protagoras, 326e.